Darülaceze’nin Dünyada Eşi Benzeri Yok!

AHMET ERKURTOĞLU
AE MİMARLIK YÖNETİM KURULU BAŞKANI

AE Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Ahmet Erkurtoğlu, 30 senedir inşaat sektörünün nabzını tutuyor. Türkiye’nin önemli turizm, konut ve iş yeri projelerinde imzası bulunuyor. Darülaceze projesiyle ise 2018 yılına damgasını vurdu. Son dönemin en çok konuşulan mimarlık ofislerinin biri olan AE Mimarlık, kentsel dönüşüm yasası çıktığından beri 700 projeye imza atarak önemli bir rekora da imza atmış oldu.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla yaz ayında hayata geçecek Arnavutköy Darülaceze Sosyal Hizmet Şehri’nin mimarlık ofisi olan AE Mimarlık’ın başarılı Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Erkurtoğlu, dünden bugüne AE Mimarlık’ın gelişimini anlattı.

Mimarlık okumaya nasıl karar verdiniz?
İlk, orta ve lise tahsilimi Kastamonu İnebolu’da tamamladım. Burada birkaç otelimiz, bir de şekerci dükkanımız vardı. Ticaretin, turizmin içinde yetiştim ama çocukluğumdan beri mimar olmak istedim. Öyle ki daha sekiz yaşındayken babam otelimizin karşısında bir mülk satın aldı. Orayı yıkıp yeni bir bina yaptıracaktı. Bizim şekerci dükkanındaki yağlı kağıtların üzerine basit bir plan çizip “Babacığım, merdiveni buradan çıkart, tuvaleti şuraya koy” diye kendisine vermiştim. Lise yıllarında sık sık Sinop’a ablamı ziyarete giderdim. Tek katlı panjurlu dükkanların olduğu bir cadde vardı. Saatlerce o dükkanların camından içeri bakardım. Çünkü eğik masalarda akrobat masa aydınlatmaları ve çizimler vardı. Kısacası mimarlıkla ilgili her şey ilgimi çekiyordu. Mimarlık hep içimdeydi.
Mimarlık eğitiminizi Trakya Üniversitesi’nde tamamlıyorsunuz. Öğrencilik döneminizden sonra meslek hayatına atılmanızdan bahsedebilir misiniz?
Öğrenciyken o dönemin en popüler mimarlık ofislerinden Atölye A Mimarlık’ın sahibi Mimar Atalay Ağabey’in yanında çalışmıştım. Mezun olduktan sonra iş için yeniden İstanbul’a geldim. Ben başka bir yerde çalışırken, Atalay ağabeyim onun yanında çalışmamı istedi. 8 yıl onunla birlikte çalıştıktan sonra 1991 yılında kendi ofisim AE Mimarlık’ı kurdum. Şirketimin logosunu da 1983 yılında Atilla ağabeyinin yanında çalışırken tasarlamıştım. O zamanlar AE Mimarlık’ın bugünkü logosunu yapmış ve “Bir gün şirketim olursa bu logoyu kullanırım” demiştim. Bugün hálá o logoyu kullanmaya devam ediyorum, Kendi ofisinizi kurduğunuzda hazırda bir projeniz var miydi? Yoktu. Once Umraniye’de bir iş merkezi yaptım. Oraya bir otomobil bayisi açıldı. Müteahhitten proje karşılığında bir araba almıştım. Hayat felsefemde para hep ikinci planda olmuştur. Paradan önce insan biriktirmemiz lazım. Mantığım bu olduğu için sağ olsun eş, dost çok destek oldu. 1994-95 yıllarında rahmetli büyüğüm Ibrahim Bodur ile tanıştım ve ona bizim ofisin de yer aldığı Bodur iş Merkezi’ni yaptım. Onun dışında Çanakkale’de bir otel ve yine Çanakkaledeki fabrikanın bulunduğu yerde binalar yaptım.

İbrahim Bodur ile ilk tanışmanız nasıl oldu?
Yandaki apartmanların arsa sahibiydi. Oranın projesini ben çizmiştim. Toplamda 57 tane daire. Ibrahim amca projeyi çok beğendi. O vesileyle tanıştık. Sonra bu binayı yaptık. Bu işi yaparken de hiç para almadan projeyi tamamladım. “Borcumuz nedir?” deyince, “Siz ne verirseniz hakkım odur” dedim. O zaman “Evin var mı?” diye sordu. “Yok” deyince bana buradan bir daire verdi. Daha sonra 5. kattaki o daireyi kiraya verip buraya taşındık. Velhasıl o dönem Kadıköy’de “Ibrahim Bodur’un mimarı” diye tanındım. Bu benim için dönüm noktası olmuştur. Dediğim gibi benim için her zaman insan önemli olmuştur. Bu ofisten çok mimar geçti. Burada çalışan kişi giderken hakkını helal etmeli. Ben de ona hakkımı helal etmeliyim. Kendi ofisini açanlara da elimden geldiğince destek vermişimdir; çünkü herkes kendi rızkını yer. 2015 yılında, 10 senedir burada çalışan Fatih Küpoğlu’nu ofise ortak yaptım.

Kentsel dönüşümden ziyade binasal yenilemeden söz ediyorsunuz. Kentsel dönüşüm nasıl olmalı?
Ne yazık ki İstanbul’u koruyamadık. Bugün Viyana’ya, Paris, Roma veya Budapeşte’ye gittiğinizde orada şehrin ve tarihi eserlerin nasıl korunduğuna şahit olabiliyorsunuz. Tabii bu durum şehrin büyümesine engel olmamış. Şehrin siluetine zarar vermeden, yeni alanlara doğru yeni yapılaşmalara ağırlık verilmiş. Bizde ise ne yazık ki şehir planlamacılığı kavramı doğru değil. Yeni bir bina ile tarihi bir bina iç içe girmiş durumda. Oysa İstanbul’un, Avrupa şehirlerinde olduğu gibi eski ve yeni şehir olarak ikiye ayrılması gerekiyor. Örneğin; tarihi yarımadayı kesinlikle koruma altına almak şart. Bir mimar olarak yatay doğrultuda bina yapmaktan ziyade, dikey doğrultuda bina yapmayı doğru buluyorum. Çünkü yataylı kullanacağım alanı dikeyli kullanırsam parselde yeşil alanlar ve rekreasyon alanları çoğalır. Bunun için de Istanbul’un tarihi lokasyonları dışında, örneğin; Fikirtepede yüksek binaların yapılmasına izin verilmeli ve 80 metre sınırı kaldırılmalıdır, Yine kentsel dönüşüme baktığımızda ise binaların bir yenilenme hareketinden bahsetmemiz daha doğru olacaktır. Ancak kentsel dönüşümü gerçekleştirirken İstanbul’a da bir şeyler katmamız gerekiyor. Yani bir binayı yaparken yeşil alanlar, yollar düşünülmeli. İstanbul’un yeşil alanlarla nefes almaya ihtiyacı var. Benim kentsel dönüşümdeki önerim yapılanmanın parsel bazında emsal artırılarak degil, parsellerin birleşerek, birleştikçe emsalini artırarak, ada bazında: yapılanmaya gidilmesi gerektiğidir.

Çünkü parsellerin birleştirilerek imarın arttırılması demek, şehrin rahatlaması donatı alanlarının artırılması anlamına da geliyor.koordinasyonunun kolayca sağladığımız projemizde “3Y* diye tanımlanan, “yavaş, yatay, yaşanabilir” şehir konseptini hayata geçireceğiz. 1500 kişinin ağırlanacağı sosyal yaşam şehrinin, dünyada başka bir örneği daha yok! 500 kişilik bir cami caminin yanında gayrimüslim vatandaşlar için de ibadethaneler yapıyoruz, Projenin yüzde 80’ini yeşil alan ve rekreasyon olarak ayırdık. Öyle bir plan yaptık ki binalar arasında sular dolaşacak. Botanik bahçesi olacak. Aynı zamanda bir gölet olacak ve göletin hemen başında bir köy kahvesi olacak. Bunun diğer binalardan farkı ise Selçuklu mimarisine göre değil de nostalji yaşanması açısından daha derme çatma yapacağız. Selçuklu mimarisi örnek alınarak modernize ettiğimiz projede, binaları 3 ve 4 katlı, sadece otel bloğunu ise 7 katlı olarak tasarladık. Kuş evlerini dahi düşündük! Darülaceze’de, güneş ve rüzgar enerjisinden, yağmur sularından faydalanılacaktır. Şehir içerisinde elektrikli araçlar dışında başka araçlara izin verilmeyecektir. Böylece karbon salınımını minimum seviyede tutacağız.

Daha nitelikli yapıların ortaya çıkması için mimarlar neler yapabilir?
Türkiye’de çok iyi mimarlarımız var. Türkiye’nin tek sıkıntısı, yönetmelik! Bizler mimarlar olarak ne yazık ki özgür değiliz. Mimarlar kendilerini ilgilendiren yönetmelikle çalışmalarını yapıyor ancak bizde sürekli yönetmelik değiştigi için bir projeyle ilgili 3-4 yönetmelikten sorumlu olabiliyorum. Uygulamaya bizler kadar hakim olmayan teorisyenlerin hazırladığı yönetmeliklerle yönetiliyoruz. Biz yönetmeliklerin uygun gördüğü ölçüde ve müteahhidi memnun eden bir proje üretiyoruz. Projeyi de belediyeden ne kadar hızlı onaylatabiliyorsak başarılı mimar oluyoruz. O nedenle hepsi birbirine benzeyen binalar yapıyoruz. Her mimar, önüne gelen her projeyi çizmemeli! Mesela; hastane çiziyorsa o konuda ihtisas sahibi olmalıdır. Böyle bir uygulama olabilirse yapılacak her türlü yapının daha işlevsel ve daha estetik olacağını düşünmekteyim.

   

Yorum Yap